1950'lerin pin-up'ları ve onlara referans olan fotoğraflara bakıldığında, modeller üzerinde değişiklikler yapıldığı görülmektedir. Kadınlar güzelleştirilmiş, inceltilmiş, yaşlanma belirtileri ortadan kaldırılmış, renklendirilme gibi başarılı çalışmalar yapılmıştır.
Audrey Hepburn, still ikonu, 27 filmiyle dünyanın en tanınan ve sevilen sanatçılarından biri.
Audrey Hepburn 4 Mayıs 1929'da Brüksel'de doğdu. Gerçek adı Audrey Kathleen Rushton'dur. Annesi Hollandalı aristokrat bir ailenin çocuğuydu . Dul ve iki çocuklu iken, Audrey'in babası Joseph Hepburn Rushton'la tanıştı. İngiliz-İrlanda asıllı bir iş adamı olan Joseph H. Rushton bankerdi. Varlıklı bir aileydiler. Beş yaşında İngiltere'de bir moda okuluna gönderildi. Daha sonra başka bir okulda dans ve çok iyi İngilizce öğrendi.
Audrey utangaç, içine kapanık bir çocukluk geçirdi.
1938 yılında annesi ve babası boşandılar. Babasından ayrılması, onun hayatının en travmatik anlarından biridir. 1939 yılında Avrupa'da savaş sürerken, Alman saldırısına karşı güvende olmak için annesi onu ve oğullarını alarak Hollanda'ya taşındı. Audrey, savaşın korkunçluğundan dans ederek kurtulmaya çalıştı. 1940 yılında Nazi işgali altına giren Hollanda'da yaşam koşulları çok kötüleşmişti. İnsanlar sokaklarda açlıktan ve soğuktan donarak ölüyorlardı. Audrey'in onaltıncı doğum gününde Almanlar ittifak güçlerine teslim oldular ve iki kardeşi de eve döndü. 1944 yılında yetkin bir balerin oldu.
1945 yılında, Arnhem Konservatuarını bıraktı, Amsterdam'a gitti ve orada Sonia Gaskell'den bale dersleri aldı. Annesiyle Londra 'ya gitmeden önce KLM'in kısa bir turizm filminde hostes olarak rol aldı. Sonrası Londra'ya taşındılar. Rushton soyadını terketti ve Audrey Hepburn adıyla bilinmeye başladı. Para kazanması gerekiyordu ve oyunculuk ona mantıklı bir kariyer gibi göründü.
Oyunculuk kariyerine bir eğitim filmiyle başladı. "High Button Shoes" ve "Sauce Piquante in the West End" gibi tiyatro oyunlarında rol aldı. Young Wives' Tale, Laughter in Paradise, The Lavender Hill Mob, and Monte Carlo Baby filmlerinde küçük roller aldı.
Monte Carlo filmi vizyondayken 1951'de Bir Broadway oyunu olan Gigi'de ana rollerden birine seçildi. Secret People (1952), filminde balerin rolünde bütün dans sahnelerini kendi gerçekleştirdi.
İlk başrolünü oynadığı film Gregory Peck'le Roman Holiday (Roma Tatili) oldu. Yönetmen Willam Wyler, onun için, "Onda aradığım herşey vardı. Çekicilik, masumiyet ve yetenek. Çok komikti ve kesinlikle büyüleyiciydi." demişti.
Roman Holiday'in çekimleri sırasında, Gregory Peck'le aralarında duygusal bir ilişki geliştiği söylentileri çıktı. Audrey Hepburn bu söylentilere karşılık olarak, "Actually, you have to be a little bit in love with your leading man and vice versa. If you're going to portray love, you have to feel it. You can't do it any other way. But you don't carry it beyond the set".
Gregory Peck'le, arkadaşlıkları ömür boyu sürdü.
Roman Holiday'deki başarısından ötürü, 7 Eylül 1953 Time kapağına konu oldu.
Onu üne kavuşturan Roman Holiday filmini hep çok sevdi.
Roman Holiday'den sonra tekrar New York'a döndü, sekiz ay boyunca Gigi'yi oynadı.
Sonra Paramount şirketiyle yedi film için anlaşma yaptı. William Holden ve Humphrey Bogart'la Sabrina'da rol aldı. Çekimler sırasında, William Holden'la birbirlerine aşık oldular ama William Holden evliydi ve vazektomi ameliyatı geçirmişti. Bu nedenle Audrey Hepburn, Holden'ı terketti. 1954 yılında Roman Holiday ile "En iyi kadın oyuncu" Oskar'ını ve Altın Küre ödüllerini kazandı.
1950'lerin ortalarına gelindiğinde, o sadece en büyük film yıldızlarından biri değil aynı zamanda herkesin takip ettiği stil ikonuydu.
1954'te Gregory Peck'in verdiği bir davette Mel Ferrer ile tanıştı ve 1955'te ilk kocası olan aktör Mel Ferrer ile evlendi ve bir çocuğu oldu, 1968'de boşandılar. İkinci kocası İtalyan psikiyatrist Dr. Andrea Dotti ile Yunanistan'a yaptığı bir gezide gemide tanıştı. Ondan da bir erkek çocuk sahibi oldu. Onüç yıllık evlilikten sonra 1982 yılında boşandılar.
1980 yılından ölümüne kadar aktör Robert Wolders'la yaşadı ve 63 yaşında İsviçredeki evinde hayata gözlerini yumdu.
Ölümünden sonra, Gregory Peck, kameranın karşısında onun çok sevdiği şiirlerden Tagore'un "Unending Love" (bitmeyen aşk) isimli şiirini gözyaşları içinde okudu.
Audrey Hepburn yıllarca UNICEF'in iyi niyet elçisi olarak, çocuklara ve yoksullara yardım için çalıştı.
Filmlerinden bazıları ; (Henry Fonda) War and Peace, (Fred Astaire) Funny Face, (William Holden) Paris When It Sizzles, (Maurice Chevalier ve Gary Cooper) Love in the Afternoon, (Anthony Perkins) Green Mansions, (Burt Lancaster ve Lillian Gish) The Unforgiven, (Shirley MacLaine ve James Garner) The Children's Hour, (George Peppard) Breakfast at Tiffany's, (Cary Grant) Charade, (Rex Harrison) My Fair Lady, (Peter O'Toole) How to Steal a Million ve (Sean Connery) Robin and Marian
Audrey Hepburn'un biyografisinin diğer bölümlerini you tube'dan izleyebilirsiniz.
Everett Shinn, Philadelphia'da mekanik ve mimari çizimler eğitimi veren bir teknik okuldan mezun olmuştur. Philadelphia ve New York'taki bazı gazete ve magazin dergilerinde (Philadelphia Press, New York World, Harper's Weekly vb.) illüstratör ve muhabir olarak çalışmıştır. 1900'lerde tekrar resme dönmüş ve Aschan Okulu olarak bilinen sanatçı grubu ile ilişki kurmuş ve Sekizler Grubu'nun en genç üyesi olmuştur. Shinn, yaşadığı şehir olan New York'un olağanüstü enerjisinden ilham almıştır. Resimlerinde sokaklar, parklar, modern şehir hayatını ve teatral gösterileri konu eder. Farklı sınıflardan gelen kadın ve erkekleri aynı kamusal alanda gösterir. Resimlerinin çoğunu, penceresinden ve New York City'de parkta yürürken gördüklerinden esinlenerek yapmıştır. Ayrıca, iki önemli projede illüstratör olarak görev almıştır. 1907'de Biri New York City'de Stuyvesant Tiyatro ve 1911'de New Jersey'de City Hall'dir. Bazı filmler de de sanat yönetmeni olarak çalışmıştır. (Sam Goldwyn'inin Polly of the Circus (1917).
Suluboyaları ile ünlü modernist ressam. Hayatı boyunca Salem, Ohio, gibi küçük
çevrelerden ilham aldı. Lise öğreniminden sonra, daha sonra romantik fantezi diye adlandırılan kişisel tarzını geliştirmesi için Henry G. Keller tarafından Cleveland
Sanat Okulu'na davet edildi ve oradan bir burs kazandı. Burchfield'in erken dönem
suluboyalarının çoğunluğunda - nadiren yağlıboya çalışırdı - doğa aşkını ifade ederken organik formlar içine kaligrafik işaretler ve ve garip soyutlamalarla (çiçeklerin yüzleri,
ağaç kabuğu içinde görünen kabile maskeleri gibi) birleştirilmiş manzara resimleri
yapmıştır.
I. Dünya Savaşı sonunda, orduda kısaca görev yaptıktan sonra, doğayı romantik
algılayışını kaybetmiş, 1920'lerde gelişen realizm anlayışına dönmüş ve evler, mağaza vitrinleri, caddeler, antika kiliseler, endüstriyel temaları kullanmıştır. 1943 yılından
itibaren,realizm ve fantazi arasında sallanan, benzersiz stildeki resim anlayışına dönerek, doğanın gizemli ve güçlü varlığını resmetmiştir. Şehir hayatı ve endüstriyel temalı suluboyaları, yaşamı dürüstçe aktarırken, doğa manzaraları ise kişisel ve neredeyse gerçeküstüdür.
Sir Lawrence Alma Tadema (1836 - 1912) Hollandalı Akademik ressam.
Umutlu Bekleyiş
O dönem çok popüler olan antik dünyanın günlük hayatıyla ilgili resimler yapmıştır.
1863 yılında İtalya'yı ziyareti sırasında, Antik Yunan, Roma sanatı ve Mısır arkeolojisine ilgisi ilerki dönemlerde eserlerini etkilemiştir. 1871 yılında tanıştığı Pre-Raphaelite ressamların tonları değişmiş, onun aydınlık ve parlak fırçasından etkilenmişlerdir. Antik konular Alma Tadema'ya şöhretini sağlamış, bu konuda portreler ve manzaralar yapmıştır. Resmin yanı sıra, kostüm ve tiyatro tasarımı da yapmıştır.
John Frederick Herring (1795 - 1865) Hollanda asıllı Londralı bir tüccarın oğluydu. Hayatının ilk onsekiz yılını Londra'da at çizimleriyle geçirdi. 1814'de Doncaster'e gitti. Orada gece fayton sürücülüğü yaptı. Boş zamanlarında, atların asil davranışlarını, parlak derilerini canlı kişiliklerini yakalamak için yakın çekim at portreleri çalıştı. Vaktinin çoğunu at portreleri yaparak doldurduğu için sanatçı faytoncu olarak adlandırıldı. 1830 yılında Doncaster'dan ayrılarak Newmarket'e gitti. Londra'ya geçmeden üç yılını orada geçirdi. Bu süre zarfında Abraham Cooper'dan ders aldı. Londra'da finansal sıkıntıya girdi ama WT Copeland'ın birçok tablo almasıyla bu zor dönemden kurtuldu. 1840 -1841 yıllarında Duc d’Orléans'ın davetiyle Paris'e gitti ve onun için birkaç resim yaptı. 1845'de Kent Düşesi ve Kraliçe Viktorya 'nın himayeleriyle Hayvan Ressamı olarak ünlendi ve çok para kazandı. Hayatının son on iki yılını, Tonbridge'de Meopham Park'ta köy ağası gibi geçirdi. Resim konuları genişledi, avcılık, yarış, atış ve tarımsal sahneler konulu eserler verdi. Son derece başarılı ve verimli olan sanatçı, George Stubbs, Ben Marshall ve hocası Abraham Cooper'ın geleneğini devam ettirerek ondokuncu yüzyılın en iyi at ressamları arasına girmiştir.
Resmin grafik güzelliği ve dalga ile deniz arasındaki kontrastın zorlayıcı gücüne, Debussy'nin La Mer'i gider. Dönen dalga, izleyiciye bir kule gibi görünür. İlerde kararlı ve küçük piramit gibi duran Fuji dağı... Zaman içinde donmuş bir an sanki...Hokusai geleneksel bir temayı işlemiş. Geleneksel olarak Fuji dağı, kompozisyonun odak noktasıdır. Zarif karla kaplı dağ, ufkun derin maviliği içinde soğukkanlı duruyor. Dalganın yükselen gücü ile karşılaştırıldığında, Fuji küçük bir tepeciğe indirgenmiştir. Böyle zeki ve eğlenceli manipülasyonlar, Hokusai eserlerinin özelliiğidir. Büyük dalgalar arasında batan üç teknenin, Edo güney adalarına balık taşıyan mavnalar olduğunu düşündürmektedir. Böylelikle günlük bir uğraş, dağ ve deniz manzaralı bir resme taşınmıştır.
Boş duvarlar ilgi göstermenizi bekler. Duvarlar, sanatı sergileyebileceğiniz ideal yerlerdir. Tablolar, dekorasyon için son dokunuşlardır, boşluğu ısıtır ve sıcak bir ev gibi hissetmenize neden olur. Boşluğu görsel ve duygusal olarak doldurur ve dünyaya bir pencere açar, renk ekler, kişilik verir. Bazı evlerde dekorasyon sorunlarına çözüm getirir. Ya odalar çok büyük, ya da çok küçük görünür, ya da mobilyalar kişilikten uzak olabilir. Tablolar bu sorunları minimize eder ve hoş çözümler sunar.
Tasarım Çözümleri;
Ivan Konstantinovich Aivazovsky
Deniz Manzarası
Küçük bir odayı genişletmenin en iyi yolu uzak ufuklu bir tablo asmaktır.
Daha fazla boşluk yanılsaması yaratacaktır.
Georgia O'Keeffe
Petunya II
Dar bir odayı genişletmek için;
bir duvarı koyu renkli boyayın. O duvara heyecan verici bir tablo asın ve karşısına bir ayna yerleştirin.
Aynadan yansıyan tablo, odayı daha geniş gösterecektir.
Loing Nehri Üzerinde Moret Manzarası
Alfred Sisley
Düşük bir tavanı yüksek göstermek;
Alçak bir tavana sahip odada, koyu renk yer döşemesi kullanın.
Tavan ve duvarlar için açık bir renk seçin. Tavanı yükseltmek için,
güçlü dikey çizgili bir tablo asın.
La Galette'de Eski Değirmenler - Montmartre
Maurice Utrillo
Sade bir boşluğu canlandırmak;
Kasaba, köy görünümlü tablolar sade bir boşluğu canlandıracaktır.
Bunları antikalar, yerel aksesuarlarla birleştirebilir, hoş bir tema oluşturabilirsiniz.
Petit Dalles'da Kayalar
Claude Monet
Sıkışık bir odaya temiz hava;
Küçük, karanlık, sıkışık bir odaya, renkli açık
hava manzaraları ile taze bir nefes verebilir, alanı aydınlatabilirsiniz.
Bougival'de Marly
Camille Pissarro
Odayı genişletmek;
Odayı genişletmek için güçlü yatay çizgili tablolar asın.
Bol ışıklı panoramik manzaralar uygun olacaktır.
Açık Kapı
Edouard Vuillard
Penceresiz Odalar;
Odada bir boşluk açmak için, kapılı pencereli manzaralar,
Film afişleri, yurt odaları, oturma odaları, ofisler, salon dekorasyonu için harika bir çözüm olabilir. Film afişi seçmek dekorasyon projesinin bir parçasıdır. Kullanacak insanın kişiliğini ve tasarım amacını ifade etmelidir. Mesela klasik tarzı seven biri için "Transformers" afişi uygunsuz olurdu. . Sizi en iyi ifade eden ve sevdiğiniz afişleri seçin. Nerede ve nasıl görüneceğine karar verin. . Afişlerin asılma biçimi odanıza modern bir hava verecektir. . Afişleri paspartulatıp, çerçeveletip bir çivi ile asabileceğiniz gibi, Wall-Zilla'nın yapışkanlı posterleri ile istediğiniz temiz bir yüzeye de yapıştırabilirsiniz. İsterseniz sinema salonlarında olduğu gibi üstten ışıklandırabilirsiniz de.