14 Mart 2013 Perşembe

Modernizm



Modernizmin en büyük merakı yeniyedir. Eskiye, geçmişe ait olan, gelenekselleşmiş, kurumsallaşmış, klişeleşmiş olanı elinin tersiyle iter. Modernist sanatçı devrimcidir, deneycidir, risk alır. Amaçladığı şey bireysel üslup geliştirmek, kendine has, öznel bir yorum ve tavırla gerçekliği yansıtmaktır. Modernist sanatçı yeninin kâşifidir. Fark yaratmak ister. Fark yaratmak için de daha önce zaten denenmiş olandan uzak durmak gerekir. Sanat, modernizme, yani yirminci yüzyılın başına dek toplumu yansıtan, sosyal ve ahlaki meseleleri ve fonksiyonları olan bir araçtı. Modernist sanatçı sanatı ve fonksiyonunu, biçim ve içeriği yeniden tanımlar. Eski tanım ve beklentilere baş kaldırır ve yeni bir tavırla ortaya çıkar.

Monet ve Manet Fransız akademi sanatına ve resim geleneğine sırtlarını bu yüzden dönmüştür. Gauguin ve Van Gogh da kendi vizyonlarını ve çizim biçimlerini geliştirmiş kendilerini toplumdan ve geleneksel beklentilerden izole etmişlerdir. 19. yüzyılın sonuna doğru başlayan bu yeni tavır Fransız empresyonizmi, Alman empresyonizmi, İtalyan fütürizmi, Rus konstruktivizmi, kübizm, sürrealizm ve dadaizm gibi yeni akım ve tavırlar sanatta devrimciliğin, yeniyi arayışın önemli sanatsal hareketleri olmuştur. Modernizm bu sayede hem bir akım adı hem de geleneksel ve baskın akademik formlara meydan okuyan bir slogan olmuştur.

Clement Greenberg 1940larda Picasso, Braque, Mondrian, Miro, Kandinsky, Brancusi, ve hatta Klee, Matisse ve Cezanne’ın en temel esin kaynağının yenilik arzusu, yeni şeyler icat etme isteği, uzam, yüzey, şekil ve renkleri yeni biçimlerde kullanma aşkından aldığını söyler.

Resmin konusu artık kendisidir. Kendi biçimselliğidir. Resim gündelik yaşama, kolektif dış gerçekliğe sırtını döner ve gerçekliğe yukardan bakan, onu bilerek görmezden gelen bir tavırla çizilmeye başlanır. Resim gittikçe soyutlaşır ve mimesis/ayna gibi yansıtma fonksiyonu alaşağı edilir. Derinliğin yerini yüzey, düzenin yerini karmaşa, kompozisyonun yerini doğaçlama, anlamın yerini anlamsızlık, sabit fikrin yerini polemik ve spekülasyon alır. Kübizmin pek sevdiği geometrik şekiller gerçekliğin çoklu bir perspektiften, yani aslında olduğu gibi, idealize edilmeden en görece haliyle temsiline çok el verişli bir araçtır. Gerçeklik de aynen modernist resim gibi hem yüzeysel, içinde sabitlenebilir bir doğru bulundurmayan, hem de çok boyutlu bir olgudur. Modernizm, sanatı bir kurum olarak sorgular. Kurumsallaşmasına baş kaldırır.

Soyutlaşmak demek kaçınılmaz olarak düşünsel, felsefi, psikolojik ve kuramsal olana yönelmek demektir. Soyut sanat, örneğin Pollock’ta örneklerini gördüğümüz Amerikan dışavurumculuğu kitle kültürünü, maddi gerçekliği, kapitalist dünya düzenini, burjuva iki yüzlülüğünü ve yozlaşmayı son derece “çirkin” bulur ve bu çirkinliğe ilk bakışta bize “çirkin” “anlamsız” “garip” gözüken resimlerle dolaylı olarak gönderme yapar. Modernist sanatçı öfkelidir, agresiftir. Bu yüzden devrimcidir. Resim sanatı hayatta kalabilmek için bu çirkinliğe sırt çevirmelidir, kendini soyutlamalıdır, gerçekliğe tepeden bakmak zorundadır. Bu yüzden representasyon yani temsilden vazgeçilir. Pollock, Newman, Kline, de Kooning resimlerine baktığımızda “ay ne güzel resim” diyemeyiz. Onlar da zaten bunu sağlamak için o resimleri çizmiştir. Topluma, sosyal yaşama ve maddi gerçekliğe gönderme yaparak sanatın estetik güzelliğinden faydalanmalarını sağlamak, yani günlük gerçekliği estetize etmek fikrine bir son verilmelidir. Sanat otonom, kendini niteleyen bir konuma gelmelidir. Sanatçı öfkelidir ve bu öfkeyi sessizliğiyle yansıtır. Bu sessizlik her zaman öznel ve bireysel bir tavırdır. Orjinallik, yenilik, devrimsel nitelik, değişim ve farklılık ancak bireysel riskler alınarak ulaşılabilir.

Kaynak: Lebriz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Duygu ve düşüncelerinizi iletirseniz, memnun oluruz...